3 Mayıs 2009 Pazar

gericileşen kapitalizm ve kadın hakları




...Onu bağışlayın
O bazen Vücudunun kederli bağlantısını
Durgun sularda
Boş mezarlarla, unutuyor
Ve aptalca zannediyor ki
Yaşama hakkı var...

Füruğ Ferruhzad

Geçtiğimiz günlerde Afganistan’da Devlet Başkanı Hamit Karzai’nin onayladığı aile içi tecavüzü meşru sayan yasa, dünyanın pek çok yerinde artan gerici uygulamaların bir örneğini daha oluşturuyor. Söz konusu yasa, Afgan kadınlarının kocalarının izni olmadıkça sokağa çıkmalarını, çalışmalarını yasaklıyor ve 9 yaşındaki kız çocuklarının evlendirilmesini de onaylıyor. Yasanın en çok eleştirilen kısmı kocalarının tecavüzü durumunda kadınların elini kolunu bağlayan maddesi. Artık Afganistan’da eşlerine tecavüz eden kişilere hiçbir hukuki yaptırım bulunmuyor. Yasanın kabulünden bir kaç gün sonra, yasaya karşı çıkan birkaç kadın parlamenter ve devletin çıkardığı yasaya muhalif 200 kadar kadın, Kabil’de bulunan ve bu yasanın mimarı olan Şii din adamının idaresindeki caminin önünde toplanıp yasayı protesto ettiler. ‘Daha demokratik bir yasa’ talebinde bulunan kadınlar, bu yasanın 'insan haklarına aykırı olduğunu, kadınlık onurunu bütünüyle yok ettiğini' vurguladılar. Afganistan’da haklarını arayan kadınlara yasa savunucularının verdiği karşılık sert oldu. Meydanda toplanan yasa karşıtı 200 kadar kadına çok daha kalabalık bir grup taşlarla saldırdı. Kadınların alanda taşlanmasıyla bastırılan eylem sonuçsuz kaldı. Afganistan’da yasanın geri çekilmesi ise söz konusu değil.

Tüm bu gelişmeler Türkiye’nin çok uzağında yaşanıyor gibi görünse de, bu ve benzeri gerici yasalar, Türkiye dahil dünyanın hemen hemen tüm ülkelerinde yürürlüğe konuluyor. 2008 yılının haziran ayında Fransa’da bir kadın evlendiği kişiye bakire olmadığını söylememesi üzerine kocasının mahkemeye başvurmasıyla, evlilik, Fransız mahkemelerince geçersiz sayılmıştı. Fransız hukuku bu evliliği geçersiz sayarken dine atıfta bulunmuş ve evliliğin feshini kadının yalan söylemesi olarak temellendirmişti. Kadın örgütleri ve bazı hukukçular bu durumu laikliğe ve kadın haklarına aykırı olarak eleştirseler de evliliğe ilişkin mahkeme kararı bozulmamıştı. İtalya’da da, Nisan 2008’den itibaren kadınların kürtaj hakkına ciddi kısıtlamalar getirilmişti. Gebe kalan kadın ancak 12 hafta içinde kürtaj olma talebini geçerli nedenlere dayandırabilir ve gerekli idari kuruma “geçerli” nedenleriyle başvurabilirse kürtaj hakkını elde ediyor. “Sosyalist" bir burjuva hükümete sahip olan İspanya’da da durum İtalya’dan farklı değil. Aynı tarihlerde Katolik Kilisesinin baskılarıyla İspanya’da polis tarafından kürtaj yapılan klinikler basılmış ve kürtaj yaptırmak isteyen kadınlar sorgulanmıştı. Kliniklerin basılmasına izin veren düzenlemeyle birlikte tecavüz sonucunda oluşan gebelikler için ancak 12 haftaya dek kürtaja izin veren bir düzenleme yapıldı. Annenin ya da çocuğun sağlığının tehlikede olması durumunda ise gebeliğin 22. haftasına dek kürtaja izin veriliyor. Kadına yönelik cinsel saldırılar, sosyal ve ekonomik saldırılarla birlikte sürüyor. Avrupa ülkelerinde çalışan kadınlar aynı işi yapmalarına rağmen erkeklerden %17 oranında daha az ücret alıyorlar. Avrupa’daki bu gelişmeler, 1979 yılında Birleşmiş Milletler tarafından onaylanan “kadına karşı her türlü ayrımcılığın önlenmesini içeren” CEDAW isimli bildirgeye rağmen yaşanmakta. Bu gelişmelere Vatikan’dan gelen sesler eşlik ediyor; “Çamaşır makinesinin icadının doğum kontrol yöntemlerinden ve kadının çalışmasından çok daha ilerici ve önemli olduğunu” açıklayan Vatikan’ın resmi bildirisinin ardından, Papa, kürtajın ve diğer doğum kontrol yöntemlerinin Tanrının pek hoşuna gitmeyen işler olduğunu ifade etmişti. Son olarak 2008 Eylül ayında İsveç’in Malmö kentinde toplanan Avrupa Feminist Kadın İnsiyatifi, Avrupa’daki durumu, kadın haklarının gerilediğini ifade ederek açıkladı.

Kısacası dünyanın her yerinde kapitalizmin küresel krizinin kör edici karanlığıyla birlikte kadınları hedef alan gerici yasalar çıkmakta ve uygulanmakta. Yeniden Ortadoğu’ya dönecek olursak; Pakistan’ın başkenti İslamabad’a kadar ilerleyen Taliban güçleri ile Pakistan Devlet Başkanı Asıf Ali Zerdari, Svat vadisi ve çevresindeki altı bölgede şeriat düzenlemeleri yapılması konusunda anlaşmıştılar. Bu düzenlemelerle artık Pakistanlı kadınlar da Afganistan kadınıyla aynı kaderi paylaşıyor olacak. Pakistanlı kadınlar getirilen şeriat uygulamalarıyla; kocalarından izinsiz evden çıkamayacak ve çalışmaları yasaklanacak. Türkiye’de ise sıkça kadının ezilmişliği ve cinsiyetçi uygulamalar körüklenmekte. Küresel krizden payına düşeni alan Türkiye’de, geçtiğimiz ay Türkiye İstatistik Kurumunun ülkenin tarihi işsizlik rekorunu kırdığı açıklamasından hemen sonra Devlet Bakanı’nın ekonomik kriz ve işsizliğin neden bunca arttığı sorusuna verdiği yanıt kanımızı dondurur nitelikteydi. Bakan Şimşek şöyle diyordu: “İşsizlik oranı niye artıyor biliyor musunuz? Çünkü kriz dönemlerinde daha çok iş aranıyor. Özellikle kadınların kriz döneminde işgücüne katılım oranı artıyor.” Devlet Bakanı Mehmet Şimşek krizden ve işsizlikten açıkça kadını sorumlu tutuyor. Bakan’ın yaptığı böyle bir açıklama çok yakında din adamlarının ve hükümetin kadınların çalışma hayatındaki rolünü nasıl ortadan kadıracağına dair ipuçları veriyor. Mehmet Şimşek’in bu açıklamasının içi boş değildir. Kadın işçiler için gelecek zor günlerin bir başka ifadesidir. Şimşek bu açıklamayı yaparken elbette ki kadının sanayi devriminden itibaren kapitalistler tarafından ucuz işgücü olarak görülüp son derece acımasız koşullarda nasıl çalıştırıldıklarının ve birçok kapitalistin kriz bahanesiyle işçi kadınların üzerinden nasıl artı değer elde ettiğini görmezden gelmiştir. Kriz nedeniyle kadınlara: “Evet sizlere tanıdığımız özgürlük burada bitiyor. Ülkemizin refahı için artık çalışmayacak, evlerinize geri döneceksiniz” demeleri kapitalizmin refahını sağlayacaksa bunu hiç düşünmeden söyleyeceklerdir. Bu açıklamayı yapmak için de, Afganistan’da ve laik burjuva devletlerde olduğu gibi din adamlarından yardım alacak ve dini gerekçeler sunacaklardır. Afganistan’da ya da dünyanın diğer ülkelerinde çıkan benzer yasaların da aynı süreçten geçtiğini yeniden vurgulamaya gerek yok. Tarihte Alman Faşizmi’nin kadınların toplumsal hayattaki alanını “Kind, Küche, Kirche” (çocuk, mutfak, kilise) olarak belirlemesi ve Stalin’in 10 çocuk doğuran kadına 'analık nişanı' takıp, kadınları evlerinde olduğu sürece değerli sayan ve aslında bunu empoze eden tutumu da benzer durumların yarattığı sonuçlardır. Kadınların kimliklerine, cinsiyetlerine ve yaşamlarına yönelik bu saldırılar kapitalizmin krizleriyle ve artan ihtiyaçlarıyla orantılı olarak daha da artacaktır.

Kadınların gerçek kurtuluşu da elbette onu mahkum eden mülkiyet ilişkilerine karşı gerçekleştirilecektir. Bu da reformlarla değil kapitalist mülkiyet biçiminin topyekün imhasıyla ve yalnızca uluslararası kapitalist sömürüye karşı uluslararası sosyalist mücadele ile mümkün olacaktır. Yazımızı İranlı kadın şair Füruğ Ferruhzad’ın kadınların tutsaklığına ilişkin bir ironisiyle başlamıştık yine onun dizeleriyle bitirelim. ‘Ellerimi bahçeye dikiyorum, Yeşereceğim, biliyorum biliyorum biliyorumVe kırlangıçlar mürekkepli parmaklarımın çukurunda Yumurtlayacaklar...’

Zeynep Sencer

not: bu yazı sss-sosyalizm.org adlı siteden alınmıştır.

1 yorum:

adımiziart dedi ki...

Bir kadın olarak böyle düşünmeniz ürkütücü yazık size...

Lütfen tecavüz oranının ve kadına şiddet-cinsel şiddet olaylarının bunca yüksek olduğu dünyamızda istenmeyen gebeliğyle bir kadının yaşamasını sürdümesinin cinayet olup olmayacağına bir bakın...