20 Temmuz 2009 Pazartesi

pullar ve zarlar



‘’Sen hep böylesin işte ‘’ diye başladı cümleye kadın yan masada, kulak kabarttım önce istemeden, sonra merak ederek; ’’ iyi ki ayrılmışım senden, hayatım daha beter zindana dönmeden’’ dedi, sonra bir hışımla tavla pulunu vurdu tahtaya. Adam şaşırıyormuş gibi izliyordu kadını sonra yavaşça konuşmaya başladı, kadının hâkim olamadığını o vahşi sinirine rağmen adam bir o kadar sakindi’’ ben seni hep sevdim oysaki’’ ve’’ tek derdim seni memnun etmekti ’’ diyerek pulu sakince yerleştirdi. Kadın bir hışımla kesti sözünü adamın
’’ya diğer kadın’’ diye bağırdı sesini kontrol edemeden ‘’zavallı, ona da üzülüyorum neler çektirdin ona da gözümün içine baka baka kaç sefer ona gittin, hem beni hem onu oynattın parmağında sana öyle âşıktım ki her seferinde kalbimin parçalanışın acısına katlanarak izin verdim kandırmana beni, sensiz olmanın acısına dayanacak gücü toplayana dek.’’ Sonra bir zar atış daha, maç gibiydi tavla, kadın tavlayla alıyordu sanki öcünü adamdan, biten bir ilişkiyi tavla oynayarak tartışıyorlardı ve belki de böylesinin en moderni olduğunu düşünüyorlardır diye geçti içimden yanlarındaki kadın beni duymuş gibi artık bunları konuşmayın bakın ne kadar medenice oturup sohbet edebiliyorsunuz dedi. Oysa ne çok yaralıyorlardı birbirlerini. Vahşi iki hayvanın bir av için kapışmasında olduğundan daha acımasızdılar, tavlanın devamında söylenmedik kötü sözcük bırakmak istemezmiş gibi kapışmaya devam ettiler tüm kibarlıklarıyla.

Uzun süre suskun kaldıktan sonra kadın ‘’ bir köle istiyorsunuz siz erkekler, kadın çıkmasın evden hep sizin dönüşünüzü merakla beklesin, hiç itiraz etmesin söylenene’’ dedi bu sefer çok sakin, kızarak değil de mutluluğu kaçırmasının sebebinin bu olduğuna karar vermiş gibi, neden bir köle olamadığına hayıflanarak, bir erkeğin buyruğuna girmekten ölesiye korkan bu yüzden çok basit insani tepkileri bile sahiplenmek sanan ve böyle olduğunda kendine modern diyen kadınların, yaşları ilerleyince hissettikleri pişmanlıkla. Adam da modern olmayı cafede kalabalık gruplarla birkaç defa sohbet etmek sanan sırf bu yüzden kendini aydın gören, oysa ataerkilliğini çok yakına gizleyen, en basit olaylarda bile içinden çıkmasına engel olamayanlardandı. Karşılık olarak, tüm bu hastalıklı adamlar gibi itiraz etti hemen, asla dedi ben yanımda benimle aynı yolda yürüyecek çağdaş bir kadın istiyorum seni arayıp nerdesin diye sormamın sebebi seni merak etmekti sense bu basit iyi niyeti bile göremeyip bana hesap soramazsın diye diklenirdin her seferinde benim canımı sıkmak için dedi, bu sefer oda hınçla.

Beyoğlu’nun ara sokaklarından birinde arkadaşları beklemek için tesadüfen oturduğumuz bir kahvehanede bu sistemin ürettiği hastalıklı sevgilerden birine çözüm bulamayan modern adamla modern kadına rastladık. Maç nasıl bitti tavlayı kim kazandı bilmem biz sonunu göremeden kalkmak zorunda kaldık ama belki orda tek değildiler bu dünya da tek olmadıkları gibi, bizi kendimize, karşı cinse yabancılaştırarak yalnız bırakan ve bu sayede bizi güçsüz kılan sistem her ara sokakta kazanıyordu bir maçı bir tavlayı ya da bir savaşı…
rina

3 Mayıs 2009 Pazar

taşınma

Hep yollar,
Kayıp adresler ve sesler
Gördüğüm ışık kitapların en sıkılınılan sayfalarındaki
Elini uzatıyor pencerelerin arasından bir şarkı

Dudağımda ıslığım
Ve ben
gidiyoruz bu mahalleden

Taşınmaların şahitliği
kavgaları martı ve kargaların gökyüzünde
Aldığım koku çocukluğun
Çağırıyor beni uzun yollar

Kulağımda rüzgarın uğultusu
Ve ben
Gidiyoruz bu mahalleden...

Kapanan kapılar
Bir yere sığamamamdan yaşadığım acılar
Hiç bir yerin adresi
Mektuplara yazdığım adresler

Zar sesleri
Sevilen bir ayrılık şarkısı
Uzun zamandır beklenen düşler
Gidiyorum bu mahalleden...

süpürgesiz cadı

gericileşen kapitalizm ve kadın hakları




...Onu bağışlayın
O bazen Vücudunun kederli bağlantısını
Durgun sularda
Boş mezarlarla, unutuyor
Ve aptalca zannediyor ki
Yaşama hakkı var...

Füruğ Ferruhzad

Geçtiğimiz günlerde Afganistan’da Devlet Başkanı Hamit Karzai’nin onayladığı aile içi tecavüzü meşru sayan yasa, dünyanın pek çok yerinde artan gerici uygulamaların bir örneğini daha oluşturuyor. Söz konusu yasa, Afgan kadınlarının kocalarının izni olmadıkça sokağa çıkmalarını, çalışmalarını yasaklıyor ve 9 yaşındaki kız çocuklarının evlendirilmesini de onaylıyor. Yasanın en çok eleştirilen kısmı kocalarının tecavüzü durumunda kadınların elini kolunu bağlayan maddesi. Artık Afganistan’da eşlerine tecavüz eden kişilere hiçbir hukuki yaptırım bulunmuyor. Yasanın kabulünden bir kaç gün sonra, yasaya karşı çıkan birkaç kadın parlamenter ve devletin çıkardığı yasaya muhalif 200 kadar kadın, Kabil’de bulunan ve bu yasanın mimarı olan Şii din adamının idaresindeki caminin önünde toplanıp yasayı protesto ettiler. ‘Daha demokratik bir yasa’ talebinde bulunan kadınlar, bu yasanın 'insan haklarına aykırı olduğunu, kadınlık onurunu bütünüyle yok ettiğini' vurguladılar. Afganistan’da haklarını arayan kadınlara yasa savunucularının verdiği karşılık sert oldu. Meydanda toplanan yasa karşıtı 200 kadar kadına çok daha kalabalık bir grup taşlarla saldırdı. Kadınların alanda taşlanmasıyla bastırılan eylem sonuçsuz kaldı. Afganistan’da yasanın geri çekilmesi ise söz konusu değil.

Tüm bu gelişmeler Türkiye’nin çok uzağında yaşanıyor gibi görünse de, bu ve benzeri gerici yasalar, Türkiye dahil dünyanın hemen hemen tüm ülkelerinde yürürlüğe konuluyor. 2008 yılının haziran ayında Fransa’da bir kadın evlendiği kişiye bakire olmadığını söylememesi üzerine kocasının mahkemeye başvurmasıyla, evlilik, Fransız mahkemelerince geçersiz sayılmıştı. Fransız hukuku bu evliliği geçersiz sayarken dine atıfta bulunmuş ve evliliğin feshini kadının yalan söylemesi olarak temellendirmişti. Kadın örgütleri ve bazı hukukçular bu durumu laikliğe ve kadın haklarına aykırı olarak eleştirseler de evliliğe ilişkin mahkeme kararı bozulmamıştı. İtalya’da da, Nisan 2008’den itibaren kadınların kürtaj hakkına ciddi kısıtlamalar getirilmişti. Gebe kalan kadın ancak 12 hafta içinde kürtaj olma talebini geçerli nedenlere dayandırabilir ve gerekli idari kuruma “geçerli” nedenleriyle başvurabilirse kürtaj hakkını elde ediyor. “Sosyalist" bir burjuva hükümete sahip olan İspanya’da da durum İtalya’dan farklı değil. Aynı tarihlerde Katolik Kilisesinin baskılarıyla İspanya’da polis tarafından kürtaj yapılan klinikler basılmış ve kürtaj yaptırmak isteyen kadınlar sorgulanmıştı. Kliniklerin basılmasına izin veren düzenlemeyle birlikte tecavüz sonucunda oluşan gebelikler için ancak 12 haftaya dek kürtaja izin veren bir düzenleme yapıldı. Annenin ya da çocuğun sağlığının tehlikede olması durumunda ise gebeliğin 22. haftasına dek kürtaja izin veriliyor. Kadına yönelik cinsel saldırılar, sosyal ve ekonomik saldırılarla birlikte sürüyor. Avrupa ülkelerinde çalışan kadınlar aynı işi yapmalarına rağmen erkeklerden %17 oranında daha az ücret alıyorlar. Avrupa’daki bu gelişmeler, 1979 yılında Birleşmiş Milletler tarafından onaylanan “kadına karşı her türlü ayrımcılığın önlenmesini içeren” CEDAW isimli bildirgeye rağmen yaşanmakta. Bu gelişmelere Vatikan’dan gelen sesler eşlik ediyor; “Çamaşır makinesinin icadının doğum kontrol yöntemlerinden ve kadının çalışmasından çok daha ilerici ve önemli olduğunu” açıklayan Vatikan’ın resmi bildirisinin ardından, Papa, kürtajın ve diğer doğum kontrol yöntemlerinin Tanrının pek hoşuna gitmeyen işler olduğunu ifade etmişti. Son olarak 2008 Eylül ayında İsveç’in Malmö kentinde toplanan Avrupa Feminist Kadın İnsiyatifi, Avrupa’daki durumu, kadın haklarının gerilediğini ifade ederek açıkladı.

Kısacası dünyanın her yerinde kapitalizmin küresel krizinin kör edici karanlığıyla birlikte kadınları hedef alan gerici yasalar çıkmakta ve uygulanmakta. Yeniden Ortadoğu’ya dönecek olursak; Pakistan’ın başkenti İslamabad’a kadar ilerleyen Taliban güçleri ile Pakistan Devlet Başkanı Asıf Ali Zerdari, Svat vadisi ve çevresindeki altı bölgede şeriat düzenlemeleri yapılması konusunda anlaşmıştılar. Bu düzenlemelerle artık Pakistanlı kadınlar da Afganistan kadınıyla aynı kaderi paylaşıyor olacak. Pakistanlı kadınlar getirilen şeriat uygulamalarıyla; kocalarından izinsiz evden çıkamayacak ve çalışmaları yasaklanacak. Türkiye’de ise sıkça kadının ezilmişliği ve cinsiyetçi uygulamalar körüklenmekte. Küresel krizden payına düşeni alan Türkiye’de, geçtiğimiz ay Türkiye İstatistik Kurumunun ülkenin tarihi işsizlik rekorunu kırdığı açıklamasından hemen sonra Devlet Bakanı’nın ekonomik kriz ve işsizliğin neden bunca arttığı sorusuna verdiği yanıt kanımızı dondurur nitelikteydi. Bakan Şimşek şöyle diyordu: “İşsizlik oranı niye artıyor biliyor musunuz? Çünkü kriz dönemlerinde daha çok iş aranıyor. Özellikle kadınların kriz döneminde işgücüne katılım oranı artıyor.” Devlet Bakanı Mehmet Şimşek krizden ve işsizlikten açıkça kadını sorumlu tutuyor. Bakan’ın yaptığı böyle bir açıklama çok yakında din adamlarının ve hükümetin kadınların çalışma hayatındaki rolünü nasıl ortadan kadıracağına dair ipuçları veriyor. Mehmet Şimşek’in bu açıklamasının içi boş değildir. Kadın işçiler için gelecek zor günlerin bir başka ifadesidir. Şimşek bu açıklamayı yaparken elbette ki kadının sanayi devriminden itibaren kapitalistler tarafından ucuz işgücü olarak görülüp son derece acımasız koşullarda nasıl çalıştırıldıklarının ve birçok kapitalistin kriz bahanesiyle işçi kadınların üzerinden nasıl artı değer elde ettiğini görmezden gelmiştir. Kriz nedeniyle kadınlara: “Evet sizlere tanıdığımız özgürlük burada bitiyor. Ülkemizin refahı için artık çalışmayacak, evlerinize geri döneceksiniz” demeleri kapitalizmin refahını sağlayacaksa bunu hiç düşünmeden söyleyeceklerdir. Bu açıklamayı yapmak için de, Afganistan’da ve laik burjuva devletlerde olduğu gibi din adamlarından yardım alacak ve dini gerekçeler sunacaklardır. Afganistan’da ya da dünyanın diğer ülkelerinde çıkan benzer yasaların da aynı süreçten geçtiğini yeniden vurgulamaya gerek yok. Tarihte Alman Faşizmi’nin kadınların toplumsal hayattaki alanını “Kind, Küche, Kirche” (çocuk, mutfak, kilise) olarak belirlemesi ve Stalin’in 10 çocuk doğuran kadına 'analık nişanı' takıp, kadınları evlerinde olduğu sürece değerli sayan ve aslında bunu empoze eden tutumu da benzer durumların yarattığı sonuçlardır. Kadınların kimliklerine, cinsiyetlerine ve yaşamlarına yönelik bu saldırılar kapitalizmin krizleriyle ve artan ihtiyaçlarıyla orantılı olarak daha da artacaktır.

Kadınların gerçek kurtuluşu da elbette onu mahkum eden mülkiyet ilişkilerine karşı gerçekleştirilecektir. Bu da reformlarla değil kapitalist mülkiyet biçiminin topyekün imhasıyla ve yalnızca uluslararası kapitalist sömürüye karşı uluslararası sosyalist mücadele ile mümkün olacaktır. Yazımızı İranlı kadın şair Füruğ Ferruhzad’ın kadınların tutsaklığına ilişkin bir ironisiyle başlamıştık yine onun dizeleriyle bitirelim. ‘Ellerimi bahçeye dikiyorum, Yeşereceğim, biliyorum biliyorum biliyorumVe kırlangıçlar mürekkepli parmaklarımın çukurunda Yumurtlayacaklar...’

Zeynep Sencer

not: bu yazı sss-sosyalizm.org adlı siteden alınmıştır.

aşkın ayrılık şiiri


herkes gıbı oda arıyordu hayatında aşkı..
hayata olan aşkı.
ınsanlara olan aşkı..
ınanc aşkını ..
ruh eşini bulma aşkını..
hep aradı hep.. bıkmadan
deneyerek..
sonları hüsranla bitsede..
asitli gözyaşları döksede..
asla korkmadı denemekten.
arada sıkışsa da kalbi
hiç bir zaman yorulmadı
içindeki aşkı aşkları o kadar kuvvetliydi ki..
biliyordu ve inanıyordu ..
doğru kişiyi
doğru yerde bulacağını..
ve doğru yerde beklediğini (hayatta)
şuanki yer ..
bır otogardı
acaba dogru yermiydi bu seferki
yada doğru kişimiydi
hayatı iki şehir arasında bölünmüştü..
iki şehir de onun hayatıydı
otogarlar ise iki şehir arasında
yani iki hayatı arasındaki sınırları oluşturuyordu
işte tam burda görmüştü
ellerındeki cantaları düşürdü birden
elleriyle gözlerini ovaladı
dilini ısırdı
kendını cimcikledi
evet hüsranla biten bir aşkın sonunda
hüsransız olacak sonsuz olacak bir aşkmıydı bu seferki..
sanki yıllardır tanıyormuş gibi hissediyordu..
kalbının ritimleri bile nasıl atacagını şaşırmıştı ..
konuşmalıydı onla konusmalıydı bu sınırda
yolunu belirleyecek bu yerde..
fakat olmadı yapamadı sadece bakabildi
içinde bir den yeşeren büyüyen
aşkı n dalını uzatıyorum sana dercesine..
sonra ise ikiside gitmişlerdi kendi şehirlerine..
..kendıne kızmaya
aklına cesaretsızlıgıne
isyan etmeye başlamıştı
birşeyde başlamadan
böyle hüsranla bitermi!! die
uzun bir yolculuktan sonra
vardı
yaşar olduğu diğer hayat şehrine.
hep şehirlerine..
adlar takmak istemişti,
burası
başlangıç şehrim yani cennetim olsun
yok
yada
yolun sonu cehennemim olsun
yada aşk olsun bu şehrimin adı
her ocakta bir aşkım olsun.
aşkım
ocaklardaki elmas kadar değerli olsun
suç olmasın,
aşk-ım
yerlatında ölmeden yaşasın.
nefes alması için,
çatlaklar yaratmak zorunda kalmasın .
elleri kanamasın,
aşklarıyla birlikte romantikliğide
ocaklardan yeraltına sürülmesin
burası benim aşk şehrim olsun die düşündü..
yada hayır
burdaki insanlar
çürük bir meyve gibi
ve hepsi birbirine yasaklarmış gibi
ve hepside günah dolu
bu şehirde gidiş yok hiçbiryere
ne güneşe nede
ötedeki olan yıldızlara
yasak olmayan günahsız aşklara
hayır bu da değil
yada
burası
her an uyanabilecek bir devin kollarına sıkışmış bir şehir olsun
her an uyanacak
esneyecek
-agzını kapamadan-
sinirlendiğinde terleyecek
terlerini insanların üstüne damlatacak..
bir türlü karar veremiyordu ne demeliydi..
sehrine vardığı akşam
efkarlılığı yine rüzgar yardımıyla çıkmıştı
kalbinin üstüne
ve çökmüştü
evde yapcak bişey bulamayınca
dısarı cıktı
sahilde yürümek istiyordu canı
sigara içmek istedi birden
gitti bi paket sigara aldı
içinden ise bitane alarak
geri kalanını yolda gördüğü dilenciye verdi
ve sigarasını ise dilencinin ateşiyle yaktıktan
sonra uzaklaşarak
dalgın dalgın yürümeye başladı
hayatlarını karşılaştırıyor
özlemlerini düşünüyordu
en cokta özlemlerını dusunurken sıgarayı daha bı içine cekiordu
sankı özlemlerıne olan hasretlerı bıtcekmıs gıbı
ama ne hasretı bıttı nede özlemı
elındekı sıgarası cabucak bıtıvermıstı
etrafa bakındı sigara satan bir yer bir yer
yolun karşısında bır büfe gördü
büfeye geçmek için yolun kenarında beklerken önünden geçen minibüste
oturan biriyle gözgöze geliverdi
ve gözleri onu gördüğünde
birden
yarım kalan dalı uzattı
tutmasını umut ederek..
..bufeye gıderek sıgarasını alıp ve devam etti yürüyüşüne
bir hayal gördüğünü sanarak
..
ertesi gün
şehirde oyunlarının afişlerini dağıtırlarken
raslantısal olarak
afişini uzattığı kişinin
aşk-ının dalını uzattığı
perisi oldugunu gördü..
ve adını bıle sormaya fırsatı olmadı
sadece arkasından
"mutlaka gel olur mu"
diye seslendi
buarada kıza şiiirler yazmaya başlar sürekli..
ve oyun gunu
oyuna hazırlanırken kulıste sureklı aklında acaba gelıcekmı dıe sorular dolasmaktaydı..
sımdı ıcınde daha farklı heyecan vardı
bugunku oyunu ona oynayacaktı
onun ıcın oynayacaktı
sahne
ve perde
ve ışıklar
ve peri
eşsiz güzelliğiyle karşısındaydı
oynadı aşık olarak
dahada severek
dahada umutlanarak
dahada heycanlanarak
oyun bıtmıstı..
alkışlar
peri
perdeler
sönen ışıklar
oyun sonunda bırer kahve içerek sohbet ettiler
ceketının cebınden şiirler cıkardı sayfalarca
okuması için perisine verdi
her şiir onu dahada cok baglıyor
her şiir onu dahada cok asık edıyor
ve
her sıır uzatılan dalı kuvvetlendırıyordu
sonunu düşünmeden
belki yıne hüsranla bitcekti ama ne önemı vardıkı
suan ne hissettiği önemliydi
ve yıne bırgun kahve ıcmek ıcın
şiirleri vermek için buluştuklarında
peri şiirlerinin çok güzel olduğunu
ama ne yazıkki
aralarında aşkın yasanamayacagını
söyler..
şaşkınlık içerisinde ne diyecegını bılemez
perinin masadan kalkarak ayrılıp gıtmesıne bakakalır..
sessizce..
dalarak gözleri..
tek sıgınagı olan
şiirlerine döner
şirler yazar
şiirlerine anlatır
derdını
sevdasını
askını
yalnızlıgını
acısını
husranlarını
hayalkırıklıklarını
yalnız şimdi
aşk şiirleri yerine
ayrılık şiirleri yazmaya başlar
düşerken tutunduğu dalın kırıldığını anlar
aşk düşlerken aşktan düşmüştür
savaş vermek istese de
peride hiç bir elektrik yoktur
en ufak bir kıvılcım göremez
anlamıştı ki ayrılığın yaşanması için ille de aşk yaşamak gerekli değildi
çünkü aşk ayrılık karşısında bi piçtir..
ayrılığın anası aşk olsa da babası kim belli değildir.

''canan''

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü İçin: Bi Hubab’ın Öyküsü

‘Baobab ağacına yerliler şeytan ağacı derler çünkü bir zamanlar şeytanın bu ağacın dallarına takılıp kaldığına, bu yüzden ağacı cezalandırmak için onu baş aşağı çevirdiğine inanırlar. Yerlilerin gözünde kökler dal, dallar kök olmuştur. Yeni baobablar yetişmesini istemeyen şeytan tüm genç fidanları da yok etmiştir. Yerliler, işte bu yüzden dünyada yalnız yetişkin baobablar kaldı demektedir.’ Jerzy Kosınskı-Şeytan Ağacı adlı kitabından.

Araplar onu ilk gördüklerinde ona ‘bi hubap’ adını vermişlerdi. Onun nasıl biri olduğunu bilemeden kızgın ama verimli toprağın koynuna usulca bıraktılar onu. Tohumun yeri iyiydi. Araplar onu her gün sulamaya geliyorlardı. Derken gürültülü sesler çıkararak toprakta büyüyen bedenini daha fazla saklamaya gerek duymadan attı kendini dışarı. Araplar bu büyük sese şaşırıp baktılar. Aralarında fısıldaştılar. Onun genç ama şimdiden iri bedenine bakıp gülüştüler. Güzel bir ağaç olacak.

Çok geçmeden bi hubap toprakta kendinden başka tek bir canlıya müsaade sormadan büyüdü, tozlaşma mevsiminde tozlarını kıtalar arası savurdu. Her bir tohum öyle marifetli ve cana yakındı ki tohumlar arasında toprağı kandıramayan yoktu. Toprak hiç zorluk çıkarmadan onu içine alıyordu. Onu yeniden doğuruyordu. Kısa zaman sonra Araplar anladılar. Bi hubap korkunç bir ağaçtı. Hızla ürüyor ve önüne geçilemiyordu. Bir sabah bir Arap ağacın yanına geçip bağırdı: ‘ ‘ Meydana toplanan Araplar ellerine geçirdikleri taşları ağaca fırlattılar. Geceye doğru biri bi Hubab’ı kan revan içinde bıraktı. Yalnız bir meyvesi açmıştı ağacın. Arap onu Nil’e fırlattı.

Nil onu verimli topraklara taşıdı. Bi hubap yine hayat bulacaktı. Bi hubap yıllar sonra baobap ismini alacaktı.

Bahar yanaşıyor kapımızdan içeri. Kapımızın gerisinde değil içersinde büyüyor baobap ağacı. Ve artık bu dünyada taşlanmak istemiyor, kesilmek istemiyor. Bir ağaç gibi tek ve hür bir orman gibi kardeşçe yaşamak istiyor.

Çünkü baobap yine yaşayacak.

Bir gün bunları bizden sonraki çocuklara bir masalmış gibi anlattığımızda çocukların büyük bir şaşkınlık içinde anlattıklarımızı dinledikten sonra; ‘eskiden ne kadar da kötüymüş’ demesini umarak.

*Arapça, ‘Allah bu ağacın belasını versin’

not:zonkişot adlı çizgili edebiyat sanat dergisinin mart 2009 sayısında yayımlanmıştır.